Antropolog ve primatolog Jane Goodall iklim değişikliği üzerindeki insan etkisinden, hayvanların acı çekmesinden ve umuttan bahsettiği bir röportajında yeni kitabını anlatıyor. Okurlara, umudun her zamankinden daha hayati olduğunu hatırlatıyor.
Yeni kitabı ile ilgili röportaj veren Jane Goodall, hayvanları doğal ortamlarında inceleyen bir primatolog olarak gıda sisteminde hayvanların çektiği acıya da değiniyor. “Evet, gerçekten de politik, sosyal ve çevresel olarak çok, çok karanlık zamanlarda olduğumuz gerçeği inkar edilemez. İklim değişikliği ve biyoçeşitliliğin kaybolması riski ile karşı karşıyayız. Bu ikisi birbiri ile bağlantılı. Covid-19 salgınını da hayvanlara saygısızlık ederek kendi başımıza getirdik; dünyaya, doğal çevreye yaptığımız saygısızlık ile buna biz sebep olduk” diyor Goodall.
Goodall, The Book of Hope: A Survival Guide an Endangered Planet (Umut Kitabı: Nesli Tehlike Altında Olan Bir Gezegen İçin Hayatta Kalma Rehberi) kitabını Douglas Abrams ile birlikte kaleme alırken, insanlığın Dünya gezegeniyle olan karmaşık ilişkisine yakından bakarak bilgi ve birikimlerini aktarıyorlar. Kitap, insanların gezegene ve canlı yaşamına karşı gerçekleştirdiği haksızlıkları anlatırken bir yandan da bu durumu düzeltmeye başlamanın yollarını ele alıyor.
İnsanların bireysel eylemler ile bir şeyleri değiştirebileceğine olan haklı inancını dile getiren Goodall, “her birimiz, her gün gezegen üzerinde olumlu bir etki yaratabiliriz. Nasıl yaşadığımız, ne satın aldığımız, ne giydiğimiz ve özellikle de ne yediğimiz konusunda akıllıca ve etik seçimler yapabiliriz. İşte o zaman, bilirsiniz, doğru yönde ilerlemeye başlarız” diyor ve “dünyadaki insan türü ‘tek evini yok ederken’ aynı zamanda onu düzeltmenin yollarını icat etme ve yenileme kapasitesine de sahip” diye ekleyerek kitaptaki umuda atıfta bulunuyor.
Goodall, insan zekasının eşsiz bir güç olarak kabul edilebileceğini, ancak insanların hala insan olmayan hayvanlardan öğrenecek çok şeyi olduğunu söylüyor.
Empati ile Suçlanmak
21. yüzyılda hayvanların acı çektiği, hissedebildiği ve sosyal canlılar olduklarını kanıtlamak için yeni bilimsel çalışmalar yapılmasına gerek yok. Doğal yaşam alanlarındaki canlıları gözlemleyen her birey, hayvanların ortak yaşam güdüleriyle hareket ettiklerini kolaylıkla kavrayabilir. Yeni doğan buzağıya anne ineğin ilgisi, yaralanmış yavrusunun başında bekleyen ve onu yalayarak iyileştirmeye çalışan bir köpek ya da avcılardan kaçarak hayatta kalmaya çalışan bir geyik; hayvanların yaşam hakkını gözetmemiz gerektiğini gösteren ve onlarla empati yapabileceğimiz örneklerden birkaçı.
Profesörleri ile tartışmak yerine, şempanzelerin davranışlarını sessizce anlatmaya devam eden Goodall, birbirlerini ne kadar önemsediklerini, nasıl sarılıp öpüştüklerini, birbirlerine büyüklük tasladıklarını ve politikacılar gibi egemenlik için birbirleri ile nasıl rekabet ettiklerini yazmıştı.
İnsan merkezci düşünce biçimi ile insanın etrafındaki şeyleri anlamlandırmaya çalıştığı ve pozitif bilimlerin ortaya çıktığı dönemlerde, hayvanların nasıl yaşadığına ve insanlardan farklı olup olmadıklarına yönelik bilimsel çalışmalar yürütülüyordu. Charles Darwin’den Jane Goodall’a hayvanların yaşamı ile ilgili bilgi edinmek isteyen bilim insanları çeşitli yöntemler kullanarak hayvanları anlamaya çalıştılar. Bilimsel çalışmalarda tutsak edilerek incelenen veya üzerlerinde deneyler yapılan hayvanlar, insan türünün insan merkezci anlayışına hizmet etti. Geldiğimiz noktada hayvanları kullanarak bilgi birikimimize bir yenisini daha eklemenin gereksiz ve çağ dışı olduğunun altını çizmek gerekiyor.
Geçmişte bilim adı altında bilimsel çalışmalarda denek olarak tutsak edilen, sömürülen ve öldürülen hayvanların ellerinden alınan özgürlüğü ve yaşam hakkı tarihin kirli sayfalarında kalacak. Geçmişi değiştiremeyecek, o hayvanların yaşadıklarını geri alamayacak olsak da bugünü ve yarını hayvan sömürüsünden arındırılmış bir bilim inşa etmek için tasarlayabiliriz.
Jane Goodall, Cambridge Üniversitesi’ne gittiğinde, yıllar süren şempanzelerle ilgili yaptığı çalışmalardan sonra profesörleri tarafından “hayvanların zihinleri, kişilikleri ve duyguları” olduğundan bahsetmemesi gerektiği konusunda uyarıldığını söylüyor. Primatolog, doğal yaşam alanlarında hayvanları incelerken, bu özelliklerin yalnızca insana ait özellikler olmadığını, tüm hayvanlara ait olduğunu gözlemlemişti. Ancak profesörleri tarafından bu bilgiyi gizlemesi istenerek çalışma konusu ile empati yapmak ile suçlanmış. Goodall, iyi bir bilim insanının objektif olması gerektiğini; zaten daha çocukken insan ile insan dışındaki hayvanlar arasında pek de bir fark olmadığını öğrendiğini söylüyor. Profesörleri ile tartışmak yerine, şempanzelerin davranışlarını sessizce anlatmaya devam eden Goodall, birbirlerini ne kadar önemsediklerini, nasıl sarılıp öpüştüklerini, birbirlerine büyüklük tasladıklarını ve politikacılar gibi egemenlik için birbirleri ile nasıl rekabet ettiklerini yazmıştı.
İnsanların bireyler olarak atacağı adımlar ile ekolojik ayak izini en aza indirmeye çalışması gerektiğini söylerken; ne satın aldığımızı, ne giydiğimizi, ne yediğimizi ve bunların nasıl üretildiğini düşünmemiz gerektiğini vurguluyor.
Uzmanlık alanı şempanzeler olmasına rağmen bireysel özellikleri olan, duyarlı ve duygusal varlıkların yalnızca şempanzeler olmadığını da söylüyor. Tüm hayvanların hissedebilirliğine vurgu yaparak “Bir trajedi yaşanıyor, korkunç fabrika çiftliklerinde milyarlarca hayvan var. Ve bu durum, sadece bu canlılara yapılan inanılmaz zulümle de kalmıyor aynı zamanda çevreyi de mahvediyor. O hayvanları beslemek adına tahıl yetiştirmek için habitatlar yok ediliyor” diyor. Goodall, insanlar için sömürülen ve öldürülen hayvanlar, o hayvanları beslemek için kullanılan araziler, insanların tabağına et olmak üzere getirilen hayvan bedenleri için kullanılan fosil yakıtlar hakkında sessiz kalmamayı tercih ediyor. Hayvan sömürü sisteminin büyük miktarlarda su kullandığını ve sera gazı emisyonlarının büyük kısmından sorumlu olduğunu da vurguluyor.
Biz Hayvanız!
Jane Goodall, 65 ülkede faaliyet gösteren, gençlere yönelik Roots & Shoots isimli programında, “insanlığın ne ile ilgili olduğunu” anlatmayı amaçlıyor. Bu programda kişinin ırkı, kültürü veya dini fark etmeksizin “hepimizin insan olduğu” gerçeği bir antropolog yaklaşımıyla ele alınıyor. Bu bilgiyi, insan topluluklarını büyük bir iyilik için bir araya gelerek, gezegenin durumuyla ilgili olumlu eyleme geçme yönünde teşvik etmek için kullanıyor.
İnsanların bireyler olarak atacağı adımlar ile ekolojik ayak izini en aza indirmeye çalışması gerektiğini söylerken; ne satın aldığımızı, ne giydiğimizi, ne yediğimizi ve bunların nasıl üretildiğini düşünmemiz gerektiğini vurguluyor. Tüketici baskısının birçok büyük işletme için gerçek bir fark yarattığını herkesin göz önüne alması gerektiğini söylüyor. Bütün bunları yaparken Goodall’ın altını çizdiği bir şeyi tekrar hatırlamak gerekiyor: “Ve sonra anladık ki, bilirsiniz, biz de hayvanız. Biz hayvanız!”
- Röportajın tamamına buradan ulaşabilirsiniz.
- The Book of Hope: A Survival Guide for an Endangered Planet kitabına buradan ulaşabilirsiniz.