Zincirleri Kırmak Şart

“İnsan merkezli bir düşünceyle yola çıkanlar, bu yolun sonunda vardıkları tek yer türcülük olur.”
Günümüzde ne yazık ki özgürlük, hak, adalet, yaşam deyince akla hemen insan geliyor. Bu kavramları en çok insana yakıştırıyoruz. Özgür olacak biri varsa bu insandır. Mutlu ve barış dolu bir düzende yaşaması gereken sadece ve sadece insandır…
Geçtiğimiz günlerde kendilerine sosyalist diyen kişiler ile veganlar arasında bir tartışma yaşanmıştı. Ara ara yaşanan bu tartışmaların ucunun hiçbir yere varmıyor olması da, gerçekten hayli garip bir durum. Nedense konu veganizm olunca, sosyalistler tüm karşıtlarıyla beraber ağız birliği yapmaya başlıyor.
Sosyalistlerin hayvan sömürüsüyle, hayvan özgürleşmesiyle ilgilenmediği, bunu bir sorun, bir problem olarak görmediği ortada. Sömürüden ve tahakkümden söz eden sosyalizmin, bu noktada hayvan sömürüsünü ve tahakkümünü görmezden gelmesi, bunu burjuva kategorisine sıkıştırması, hayvan özgürlüğü mücadelesini dışlaması (beraberinde ekolojik hareketi de dışlamış olur), ilerleme anlamında doğru bir yol mudur? Üzerine kafa yorulması gereken önemli bir soru olduğunu düşünmekteyim.
Eşitliği ve özgürlüğü sadece “insan” için isteyerek çıktığımız bir yol, bizi nereye vardırır?
Steve Best şöyle söylüyor: “O sözde ‘aydın’ ve ‘ilerici’ insanlar, eşitlik ve hak kavramlarını bu gezegeni beraber paylaştığımız canlıları da kapsayacak şekilde genişletene dek, hümanist, şiddet içermeyen ütopya ikiyüzlü bir yalan olarak kalacak.”
Hayvan, insan, doğa için yani herkes için topyekün özgürlük, adalet, barış ve huzur istemek; sömürüye dayalı bu düzene her yönden ve her şekilde karşı çıkmaktır. “Tek bir türü diğer bütün türleri sömürerek özgürleştirmek devrim falan değildir.” –Steve Best.
Hayvanat bahçeleri gibi zulüm dolu yerlere hayvanları tıkan, avcılık gibi bir vahşeti normal karşılayan, deney laboratuvarlarında türlü şekillerde katledilen, mutlu sömürüyü pompalayan çiftliklerde ve fabrikalarda esaret altında tutulan hayvanlar varken, mezbahalar hayvan kanıyla ve cesetleriyle dolup taşarken, bu düzende –ve bu yüzyılda- ticari kaygıya oturtulmuş hayvan sömürüsünü ve tahakkümünü devam ettiren başka bir düzen, (özgür, eşit ve sömürüsüz bir dünyadan söz eden herhangi bir hareket) ikiyüzlü olmayacak mıdır? Şiddetin devam ettiği, sömürünün sürdüğü bir düzen nasıl barışçıl olabilir?
İnsan merkezli bir düşünceyle yola çıkanlar, bu yolun sonunda vardıkları tek yer türcülük olur. Türcülük dediğimiz şey ise, güçlünün güçsüze tahakkümüdür. Bu ne adildir ne de barışçıl. Tıpkı işçi sınıfının durumuna benzemektedir. Ezileni savunan, sömürü ve tahakkümü reddeden sosyalist/komünist kişilerin, söz konusu hayvan köleliği, zulmü, tahakkümü ve sömürüsü olunca karşıtlarıyla ağız birliği yapması, tam da o karşıtları gibi aynı şekilde düşünmeye başlaması korkunç bir gerçek. Durup bahsettiğimiz şey eğer ki, ezilenlerin ve sömürülenlerin haklarıysa; hayvan haklarını bunun dışına itemeyiz. Kapitalist sistemin son bulduğu noktada, yerine geçecek başka bir sistemin özgürlükçü ve eşitlikçi tavrı tam da burada başlar. Çünkü “Hayvan hakları aynı zamanda insan haklarıdır.”Bütün canlılar için adalet talebinde bulunmak, tutarlı bir dava olacaktır.
“Veganizm, hayvanların da insanlar gibi bilinç sahibi duyarlı canlılar olduğu gerçeğinden hareketle, onlara uygulanan meta statüsünü ve sömürüyü reddeden, özgürleştirici bir etik tutumdur ve toplumsal adalet mücadelisinin gereğidir.” –Zülal Kalkandelen
Vegan olmayan sosyalist bir düzende, insanlar adına pek çok iyileştirilmiş mekanizmalar ortaya çıkacaktır. İnsanlar için daha iyi şartlar olacağı da kesindir. Ancak hayvanlar için her şey kaldığı yerden devam edecektir. Hayvanların mal ve kaynak olarak kullanıldığı; sömürüldüğü ve köle olarak görüldüğü bir toplumda, gerçek bir eşitlikten ve özgürlükten bahsedemeyiz.
Hayvancılık sektörünün ne gibi korkunç sonuçlar doğurduğunu, varlığının nasıl tüm dünyayı etkilediğini görmezden gelemeyiz. Bu sektör, bilinç sahibi, duyarlı canlılar olan hayvanlara türlü zulüm ederken, doğada da büyük yıkımlara sebep olur. İnsan sağlığını da olumsuz yönde etkiler. Bu nedenle hayvan hakları mücadelesinde, odak her ne kadar hayvan olsa da; hem hayvanların, hem insanların hem de doğanın kurtuluşu için mücadele etmiş oluyoruz. Bu bütünlüklü bir mücadeledir.
Daha iyi, daha adeletli, daha özgür bir dünyaya uyanmak istiyorsak eğer, birilerini rahatsız etmek zorundayız. Daha yüksek sesle konuşmak zorundayız. Birilerini dürtüp, uyandırmak zorundayız. Bir hayvanın başını okşayıp, diğerinin kafasını kestiğimiz sürece, şiddetin son bulmayacağını anlatmak zorundayız.
Ayak seslerimizi yükseltmek, mücadeleyi büyütmek, omuz omuza bu sisteme karşı çıkmak mümkünken, en çok kim sömürülüyor yarışına girmek, kimseye bir fayda sağlamayacaktır. Yaşam hakkına saygı duymalı, adalet ve hak kavramlarına bakış açımızı genişleterek bakmalıyız.
Köklü bir değişim için bizi bağlayan her bir zinciri kırmak şart. Eğer bugün değişime tabağınızdan başlarsanız, şiddet üzerine kurulu bu düzenin zincirlerinden birini parçalamış olursunuz.
Yanıtlar