Bu yazıya başlarken oldukça tedirgindim. Çünkü veganlığı, feminizmi ve ekolojiyi çarpık şekilde bir araya getiren yazılar okumuştum. Yer yer cinsiyetçi tandanslara sahip şefkat etiği yada sadece bireysel/yaşam tarzı değişimi ile ekolojik mücadeleyi sınıfsal bakış açısından koparan yaklaşımlar beni korkutmuştu. Bu yazıyı tüm bu korkular nedeniyle ekofeminist bir vegan olmanın ne kadar devrimci bir özü olduğunu hatırlamak ve kendimi cesaretlendirmek için yazıyorum. Yazı umarım sizlere de cesaret verir.
Korona ortaya çıktığından beri hastalığın neden olduğuna dair herhangi bir açıklama yok. Sosyal izolasyon ile “eve kapan ve tüket” anlayışı ile sermaye bizlere tek bir yol gösteriyor. Oysa bizler tüm bu çıkışsız tavrın karşısında güçlenmenin yollarını keşfediyor. Dayanışmayı büyütüyoruz. Korona insanlığı yeni bir gerçeklik ile yüzleştirdi. Bu gerçekliğin içerisinde ayakta kalmak için ne yapmalıyız?
Viral hastalıkların nedeni hayvansal kullanım ve doğa talanı ile doğrudan ilişkilidir. Vücudumuzda pek çok virüs bulunur ancak bunlara karşı bağışıklık kazanarak yola devam ederiz. Sıtma, Deli Dana, Kuş Gribi ve daha pek çok salgın hastalığın nedeni hayvanları mal olarak görerek köleleştirmemizdir. Peki, tüm dünya bitkisel kaynaklı beslense bu sorun çözülür mü?
Bunu ancak yaptığımızda görebiliriz. Benim görüşüm ise hayvansal kullanımı bırakmanın büyük oranda salgın hastalıkları azaltacağı yönünde. Bu konuda bilim insanlarının görüşleri sanırım çok daha önemli. Bugüne değin ortaya çıkan salgınların hayvanları kullanmamızla doğrudan ilgisi olduğunu söyleyen bilim nedense (!) hayvansal kullanımı tamamen bırakın diyemiyor. Buna neden olarak bilimsel bilginin tekelleşmesi ve bağımsız bilim insanlarının giderek azalması gösterilebilir. Bu nedenlere bağlı olarak dünyanın yok oluşa doğru gitmesini tek başına hayvansal kullanımları bırakmak önleyemeyecektir. Çünkü tüketim alışkanlıklarımızı değiştirmek en fazla ulus aşırı sermayenin kendisine “yeşil kapitalizm” ile yeni pazarlar yaratmasını sağlayacak ama eşitsizliği sona erdirmeyecektir. Bu eşitsizliği yaratan ise neoliberal yağma politikalarını uygulayan erkek egemen sistemin ta kendisidir.
Sistem eşitsizliğe dayalı olarak kendini sürekli yeni hammaddeler ve pazarlar bularak yenilemeye çalışıyor. Ancak pek çok tartışmada artık kapitalizmin sınırlarına dayandığı iddia ediliyor. Bir sınıra dayanmış olduğu doğru dahi olsa yeni ve eşit bir dünya tahayyülümüz var mı? Yerine neyi koyacağımız konusunda ne kadar eminiz? Eğer mevcut koşulları iyi değerlendirip cüretkâr bir politika üretemezsek egemenlerin sömürüye dayalı reformist politikalarına sadece kendimizi değil insan dışı tüm canlıları mahkûm etmiş oluruz.
Dünyada tüketim alışkanlıkları değişse bile neoliberal politikaların sürdürülmesi gıda, su gibi temel ihtiyaçların eşitsiz dağılımına neden olmaya devam edecektir. Bu durum bizlere sadece tüketim alışkanlıklarımızı değiştirmemizin yeterli olamayacağını ve sistemi yıkmamızın şart olduğunu bir kez daha hatırlatıyor.
Tüm dünya bitki temelli beslense ve gıda politikaları bu yönde gelişse hayvancılık için talan edilmiş toprakların ve sağlam kalan ormanların bitkisel beslenmeye yönelik tarım faaliyetleri ile talan edilmeyeceğini kim iddia edebilir? O nedenle vegan olmak bütünleşik özgürlük mücadelesini zorunlu kılar. Vegan olmak hayvan kullanımını ve köleliğini/tahakkümünü reddetmek ise; insan dışı hayvanların evlerini yok etmeyi bırakmamız gerekir. Bu ise iklim krizine karşı gerçek bir sistem önerisi ile gerçekleşecek. Bu sömürüye dayalı sistemin krizinin karşısında yeşil kapitalizmden fazlasına ihtiyacımız var.
Tüm bu eşitsizliklere dayalı sistemin yaşadığı krizlerden en çok etkilenenler ayrımcılıklara en çok maruz kalan kişiler olduğu su götürmez bir gerçek. Yani yoksullar, kadınlar, çocuklar, yaşlılar, LGBTİ+ bireyler…
Mevcut salgın krizinde kapitalist ülkelerin aldığı önlemler konuşulurken ana akım medya yoksul ülkelerin durumu hakkında tek bir söz söylemiyor. Bu krizin ortaya çıkmasında etkisi en az olan ülkelerin tedbir alma olanakları krizin müsebbibi olan ülkelere göre oldukça kısıtlı. Kısacası iklim krizinin getirdiği felaketler eşitsiz dünyada en çok ezilenleri etkiliyor.
Burada kadınların bu felaketlerden daha fazla can kaybı yaşaması doğrudan toplumsal cinsiyet eşitsizlikleri ile bağlantısını vurgulamak isterim. Kadınlar yoksul ülkelerde yoğun olarak tarıma dayalı işçilik ve bakım emeği ile sömürü altındalar. Üstelik dünyadaki mülkiyetin %80’inden fazlası erkeklere ait; kısacası paralar erkeklerde toplanıyor. Bu ise kriz durumlarında yoksul erkeklerin yoksul kadınlara oranla hareket alanlarını genişletiyor. Erkekler eğitim, ulaşım gibi olanaklara çok daha kolay ulaştıkları için hayatta kalma oranları çok daha yüksek. Kadınlar bakım emeğini üstlendikleri yaşlı ve çocukları terk edemiyor.
2019 yılında dünyada milyarderlerin -sadece 2.153 kişi- 4,6 milyar kişiden daha zengin olduğu raporlandı. Dünyanın en zengin 22 erkeğinin toplam mal varlığı, Afrika’daki bütün kadınların mal varlığına denk. Dünyanın en zengin %1’i 6,9 milyar kişiden en az iki kat daha zengin. Kadınların küresel ölçekte üstlendiği ücretsiz bakım emeği yıllık en az 10,8 trilyon dolara tekabül ediyor; bu da küresel teknoloji endüstrisinin boyutlarının üç katı. 2 Kısacası dünya kadınlardan çalınan yaklaşık 8 milyar dolara denk düşen bakım emeği ile dönüyor. Bu dünyadaki işlerin %60’ı demektir. 1
Bizler yeni bir sistem kurmaya talip olacak bir program çıkarmak istiyorsak bu program içerisinde bakım emeğinin eşitsiz bölüşümüne dair bir mücadele planı olmak zorundadır. Yani soya fasulyesi toplayan ve beş kuruş para almayan tarım işçisi kadınların köle olduğu gerçeği ile yüzleşmeliyiz. Burada iklim krizinin sınıfsal karakterini de göz ardı edemeyiz. Kadınlar aynı zamanda yoksulluğu en derinden hisseden kesim. Sınıfsal eşitsizlik her kadının iklim krizinden aynı oranda etkilenmemesi demektir. Tek başına bu bile tüm dünyanın vegan olması konusunda büyük bir engeldir. Her kadın her ürüne eşit oranda ulaşamamaktadır.
Tüm hayatını hayvancılık üzerine kurmuş yoksul kadınların sınıfsal kurtuluşunu sağlamak vegan politikanın bir başka ayağı olarak tartışılabilir. Bunun mümkün olması için vegan hareket içerisinde bu kadınların özneleşeceği alanlar yaratmanın önemli olduğunu düşünüyorum. Kısacası Yırca, Bergama, HES gibi direnişlerde hep kadınları ön saflarda gördük. Çünkü ekonomik olarak kendini tek var edebildiği alan elinden alınıyordu. Peki, biz kendilerini var ettikleri hayvansal üretimi ellerinden alıp ne önereceğiz? Köleliğin yanlış olduğunu onlara anlatmamız yetecek mi? Ben yetmeyeceği kanaatindeyim. Ama bu hayvan köleliğini sürdürmelerini onaylayacağım anlamına asla gelmiyor. Tam tersi hayvansal üretimi barışçıl olsun veya olmasın sonlandırdığımızda -hayvanları özgürleştirdiğimizde- fail olduklarının bilincinde bile olmayan yoksulların yoksul kalmamasını sağlamamız gerekiyor. Bu ise beni yine sistemin yıkılması gerektiği gerçeğine götürüyor. Peki, hangi özneler bu dünyayı değiştirecek?
Dünyanın dört bir yanında son 10 senedir yükselen ekolojik hareketler ve feminist isyanlar toplumsal muhalefetin öncülüğünü üstlenmiş durumda. Oysa Marksizm bize diyalektik düşünmenin mevcut koşulları değerlendirmekten ve devrimci özneyi doğru tespit etmekten geçtiğini söylüyor. Sadece bu nedenle bile Marksizm asla güncelliğini yitirmiyor. Sınıfın nerede olduğuna baktığımızda ekolojik ve feminist hareketlerin sınıf tahlilleri bize bir kapı aralıyor. Dünyada emeğin kadınlaştığı bir dönemden geçiyoruz. Fabrikalar ve tarım işçileri tartışmalarına endüstri 4.0 ve hizmet sektörü emekçileri tartışmalarının dâhil olduğu bu dönemde kadınlaşan emek enternasyonal eylemlere imza atıyor.
Dünya çapında örgütlenen feminist grevler ve iktidarların teşhir edildiği #LasTesis dansı bu eylemlerin en akılda kalan örnekleri arasında. Ekoloji hareketlerinde ise aktivistler çeşitli cinayetlere kurban gidiyor. Özellikle maden, baraj gibi büyük şirketlerin projelerine karşı ayaklanan öncü aktivistlerin başını çoğu kez kadınlar çekiyor. Sistem ile çatışmayı göze alan Honduraslı ekoloji aktivisti Berta Cacerez, 2016 yılında evinde öldürüldü. Honduras’ta 4 sene içerisinde 100’ün üzerinde ekoloji aktivistinin öldürüldüğü biliniyor. Dünyayı değiştirecek özneleri ararken bu örnekleri aklımızdan çıkarmamamız gerektiğini düşünüyorum.
Peki, tüm bu örnekler ve tespitler bizi nereye götürmeli? Ne yapmalı?
Son yıllarda yükselen isyanların öznelerine baktığımızda dünyayı değiştirecek gücü de görebiliriz. Ancak bu isyanların özneleri aynı zamanda bu yok oluşa en az neden olan özneler. Eğer türcülük, cinsiyetçilik, transfobi, ırkçılık gibi ayrımcılıkların ortadan kalkmasını istiyorsak gerçek anlamda sorumluluğu eşit şekilde üstlenmemiz gerekir.
-Kadınların omzuna dünyayı kurtarma yükünü yüklememeli,
-Kadınlar ekoloji mücadelesi içerisinde özneleşirken erkekler “mansplaining” (erbilmişlik) yaparak kadınların özneliklerini yok etmemeli,
-Veganlığı hassas/duyarlı olmakla özdeşleştirip kadınların daha kolay vegan olacağı varsayımı ile cinsiyetçiliği yeniden üretmemeli,
-Sınıfsal bakış açısından koparak hayvan hakları hareketinin “zengin işi” olarak anılmasına neden olmamalı,
-Bütünleşik eşitlik ve özgürlük mücadelesinin, dayanışma kültürünün bizleri kurtaracağına inanmalı,
-Ayrımcılık ve sömürüye karşı kendimizden başlayarak dönüşümü örgütlemeli,
– Dünyanın değişmesi için kendi failliklerimizle yüzleşmeli ve ezilen bireylerken nasıl ezen oluyoruz görmeli,
-En önemlisi asıl failin neoliberal, patriyarkal ve insan merkezli sistem olduğunu akıldan çıkarmamalı.
Umutlanalım çünkü bizler kadınlar, feministler, ekolojistler, veganlar, işçiler, yoksullar, göçmenler, LGBTİ+ bireyler, antikapitalistlerve daha niceleri olarak dünyadaki insanların %99’unu oluşturuyoruz. Ezilenlerin artık ezilmediği bir dünya yaratmak bizim elimizde. Hissedebilen hiç bir canlının bedeni ve emeği üzerinde hak iddia etmemeliyiz. İnsanlar olarak insan dışı hayvanlarla beraber yaşamayı öğrenmeliyiz. Hayvanların insan merkezli dünyada en temel haklarından mahrum bırakılıp köleliğe, açlığa mahkûm edildiğini unutmamalıyız. İnsan merkezciliğimizden kurtulmalıyız; vegan olmalıyız. Dünyadaki insanların %99’u olarak yaşanan acılara/ sömürüye son vermek için kolektif özneyi ortaya çıkaralım. Sınıfsız, sınırsız, eşit, özgür, feminist, vegan bir dünya için örgütlenelim. ABD’de solcu bir sanat kolektifinin söylediği gibi; asıl virüs kapitalizmdir.
Kaynaklar:
- https://terrabayt.com/manset/karsiligi-odenmemis-bakim-emeginin-degeri-kuresel-teknoloji-endustrisinin-uc-kati/
http://m.bianet.org/biamag/diger/217094-iklim-krizi-erkeklerden-cok-kadinlari-ve-cocuklari-olduruyor
http://acikradyo.com.tr/iklimacil/iklim-krizi-ve-toplumsal-cinsiyet-esitsizligi
https://tr.boell.org/sites/default/files/2020-02/ekolojik%20d%C3%B6n%C3%BC%C5%9F%C3%BCmde%20feminist%20tart%C4%B1%C5%9Fmalar%20kitap.pdf
[zombify_post]