Arıcılık da tıpkı balıkçılık ya da faytonculuk gibi, romantize edilen, aslında baştan ayağa bir hayvan sömürü işi olmasına rağmen, bir aşk, bir sevda, bir gönül vermişlik parantezinde konuşulan mesleklerden biri.
Arıcılar öncelikle arıcı değil, balcıdırlar. Sütçü nasıl inekçi değilse, binici nasıl atçı değilse..
– Balcılar kolonileri hapsetmek için kraliçe arıların kanatlarını zarifçe kopartırlar. Arıların kendileri için ürettikleri balı organik bir şekilde çalar ve yerine tamamen doğal olan şekerli su koyarlar.
– Balı alırken duman kullanır, popülasyon kontrolü için düzenli olarak ari kıyımı yaparlar.
– Sadece 200 gram bal için, 30.000 arının 50.000 kilometre uçarak milyonlarca bitkiyi ziyaret etmesi gerektiğini biliyor muydunuz mesela?
http://drbeekeeper.com/2017/03/many-bees-take-produce-teaspoon-honey
– Kovana ulaşan balın binlerce arının ağızdan ağıza aktarımıyla peteğe taşındığını?
– Bütün bu üretimin kovandaki her arı için özel bir porsiyon hesabıyla yapıldığını?
– Şekerli suyun arıların sağlığına büyük zararlar verdiğini.
– Sistemli arı üretiminin gen havuzunu sığlaştırdığını? Arı türleri arasındaki dengeyi bozduğunu?
Balın insan için üretilmediği aşikâr. Tıpkı inek sütü ve tavuk yumurtası gibi insanla hiç ilgisi olmayan, diğer arılar için üretilen bir şey bal. Haliyle yüksek şeker oranı, paketlendikten sonra oluşan kanserojen ve toksik içeriklerden dolayı insan sağlığına zarar verir. Asidik bir beden, diyabet, hormon dengesizlikleri isteyenler bol bol bal tüketebilir.
Soğuk sıkım meyve özleri varken, pekmez varken, bunca emeği çalmak ve satmak için bu kadar uğraş verilmesi kâr hırsından başka bir şey değil.
Arıların ortaya koydukları efsanevi emek olmasa ne meyve yiyebiliriz, ne de nefes alabiliriz. Dünyadaki yaşamının temel direklerinden biri olan arı emeğine minnettar olacağımıza kolonilerini sinsi yöntemlerle hapsedip bir de kendileri için ürettikleri besini çalıyoruz. Biz diğer canlılara uyguladığımız bunca sistematik sömürü yöntemini nasıl oluyor da böyle meşru görebiliyoruz peki?
Çocuğunu döven ailenin şiarıdır; "Babamızdan böyle gördük." derler. İçkinleşmiş sömürünün elden ele aktarımıdır hayvan ve doğa sömürüsü. Hayvanlara uygulanan şiddeti kabul etmek demek, maruz kaldığınız hak ihlallerine uyanmayı da beraberinde getirir.
Hepimiz ölüceğiz ve bütün anlamlar insanın eğitim ve propagandayla hoşafa dönmüş aklında vızıldayan eciş bücüş bağlam fragmanları olmasına rağmen kalplerimizin derinliğinden bize gerçeği fısıldayan sesi her nasılsa hâlâ duyabiliyoruz.
Bir kovanın yanına gittiğimizde orada olmamamız, kovana elimizi sokmamamız gerektiğini rahatlıkla fark edebiliyoruz. Bir ineğin memelilerine ağzımızı dayamak istemeyişimiz gibi.. Bize paketlenip 1001 duygusal eşleştirme ile pazarlanan ürünleri kaynağına kadar takip ettiğimizde gerçeklerle yüzleşiyoruz. Sebep olduğumuz acının, bizden özenle gizlendiği için fark etmeden iştirak ettiğimiz sömürünün farkına vardığımızda kendi özgürlüğümüze de adım atıyoruz.
Vegan olmanın insan sağlığına, dünyanın dengesine, eylem söylem birliğinden kaynaklanan bir iç hizalanmaya sebep olduğunu biliyoruz. Fakat veganlığın odağında hayvan özgürlüğü vardır, getirilerini bakıp bunun insanı merkeze alan bir hareket olduğu sanrısına düşmemek gerekir. Bu yazıda değindiğim bazı noktaların yanlış anlaşılmaması adına belirtmek istedim bunu. Vegan bir platformda yazıyor olmama rağmen bahsettiğim şeyler aslında henüz vegan olmayanları konuya dair aydınlatma amacı taşıyor. Bu minvalde okunmasını ve paylaşılmasını diliyorum.
Son olarak da bu satırları yazmama sebep olan haberi sizlerle paylaşmak istiyorum.
https://www.cumhuriyet.com.tr/haber/marmaristeki-yanginla-sarsilan-aricilar-destek-bekliyor-1862646
[zombify_post]