Her şey lise 11. Sınıfta, Twitter’da severek takip ettiğim bir hesabın, Veganizm üzerine paylaşımlarını görmemle başladı diyebilirim. O zamana kadar veganizmin ne olduğu hakkında hiçbir fikrim yoktu. Daha sonra araştırmalar, okumalar yaparak bunun üzerine düşünmeye başladım. İlk düşündüğüm şey ise –ya da bahanem- “Ama süt, peynir bile yiyemeyeceksem, ne yiyebilirim ki?” olmuştu. Çok garip geliyor şimdi bu düşüncem. Çünkü şu an çeşit çeşit yemek yapabiliyor, –evet, vegan olmaya karar vermemden sonra, mutfak işlerinde de ustalaştım diyebilirim- hatta “bugün ne yiyeceğime karar veremiyorum” diye söylenirken buluyorum kendimi. Öyle büyük bir kandırmacanın içindeyiz ki, hayvansal ürün dışında, yemek olmadığını düşünüyoruz. “Ee ne yiyeceğiz öyleyse?” diye, soru bile soruyoruz. Bakliyatlar, tahıllar, meyveler-sebzeler bunların hepsi yemek olmaktan çıkıyor, sadece “atıştırmalık” olarak görüyoruz. Bunları böyle detaylıca düşünmeye başlamamdan sonra, yaşadığım o uyanışı burada birkaç kelimeyle anlatabilirim belki ama o şaşkınlığımı yeterince anlatamam. Hâlâ bu şekilde düşünen o kadar çok insan var ki.. Gidip şu an veganların paylaşımlarının altına baksanız, naveganların birçoğunun “Ne yiyeceğiz, aç mı kalalım!” gibi şeyler yazdığını görebilirsiniz. Bu derin bir uyku hali. O nedenle artık uyanmalı ve bunu fark etmeliyiz.
Son sınıfa geçtiğimde, vejetaryen olmaya karar vermiştim. Sınıftakiler bunu duyduğunda en çok şunları sormuşlardı: “Köfte yemeyecek misin yani?”, “Nasıl ya, lahmacunda mı yemeyeceksin?”, “Balık yersin herhalde?” Ben hayır dedikçe, suratlarındaki o dehşet ifadeyi sanırım uzun bir süre daha unutamayacağım. Balığın bir sebze olmadığını mı anlatmalıydım, yoksa hayvanların nasıl kayıp göndergeye dönüştüklerini mi… Bilemiyordum ama “Açlıktan ölürsün” tarzı alaycı cümlelerin karşısında, aklıma ilk gelen şey tecavüz askıları olmuştu. Bunlar hakkında konuşurken, ön sıralardan bir ses yükseldi “Ona tohumlama deniyor, yapılmak zorunda!” Öylece birkaç saniye kalmıştım. “Bunun sana yapıldığını hayal et, hoşuna gider miydi?” demiştim. Ama o, bunu hiç düşünmeden omuz silkip, benzer şeyler söylemeye devam etmişti. O gün eve dönüş yolunda “Belki de ben abartıyorum” dediğimi hatırlıyorum. İçten içe hayvanların tüm bunları hak etmediklerini hissetsemde, aldığım tepkiler beni böyle düşünmeye itmişti. Bu tepkiler karşısında yalnız olmam ise hayli can sıkıcı bir durumdu.
Vejetaryen olduğumu bildikleri halde, evdekilerin yemeklere et suları katmaları, eve sürekli et ve et ürünleri almaları gerçekten beni çileden çıkartıyordu. O zamanlar yemek yapma konusunda o kadar kötüydüm ki, yaptığım makarnaların lastik kıvamı alması, yemeklerin dibini tutturmam, sürekli kızartma yememden dolayı cilt problemlerimin olması.. tam bir kâbustu.
Üniversiteye hazırlandığım o dönem, inanılmaz stres altındaydım. Okul dersleri ve sınavları bir yana, bir de üniversite sınavı için çalışmaktan en ufacık bir zaman bulamıyordum. Sınavı kazanamazsam hayatımın sonu olur, gibi saçma sapan düşüncelerimin olması ise ayrı bir yüktü. Küçüklüğümden beri ne zaman stres yapsam birkaç saç telim beyazlar veya saçlarımda dökülmeler olurdu. O dönemde de bunu yaşıyordum. Evde yemek yapmak zor geldiği, insanlarla tartışmaktan yorulduğum ve arkadaşlarımla bir yere gittiğimde yiyecek pek bir şey bulamadığım için vejetaryen olmanın “bu nedenlerle zor” olduğunu düşünürken, bir bahanem daha eklenmişti; stres. Üstelik bu çok geçerli bir neden olmuştu benim için. Çünkü tekrar et ve et ürünleri yemeye başlamıştım. Saçlarımın dökülmesini, beyazlamasını vejetaryen olmama, yani et yemiyor olmama bağlamıştım. Arkadaşımın “Saçmalama” dediğini hatırlıyorum. Ama saçmalıyordum işte. Çünkü eve gidince yemeğimin hazır olması, dışarıda hazır bir şeyler yiyebilmek, tepki görmemek, tüm bunlar hayvanlara edilen eziyetten daha önemli olmalıydı ki, hazırcılığı seçmiştim. Eğer eskisi gibi olursam, hayvanlara yapılanları düşünmezsem, bu düzene ayak uydurursam her şey yolunda olacak sanıyordum.
Tekrar eski alışkanlıklarıma, düzenime geri dönmüştüm. Ancak kendimi eskisine göre ne çok daha sağlıklı buldum, ne de çok daha sağlıksız. Saçlarım yine dökülüyordu. Kendimi çok bitkin hissediyordum. Ruh halim çok kötüydü. Ve bu durum aylarca böyle sürmüştü. Ta ki, üniversite sınavına kadar. Sınavdan birkaç ay sonra, daha mutlu ve neşeliydim tahmin edersiniz ki. Yüklerimden kurtulmuş, daha güzel şeyler düşünürken bulmuştum kendimi. Sınavda istediğim puanı yapamadığım için, tekrar üniversite sınavına hazırlanmaya karar vermiştim. O sıra yine aynı stres ve yine aynı şeyleri yaşamaya başlamıştım. Arkadaşıma bir gün dönüp şöyle dediğimi hatırlıyorum, “Keşke vejetaryenliğimi sürdürseydim.”
2. defa sınava hazırlanırken, zaman kaybı olarak görmediğim tek bir şey vardı, o da bol bol araştırmak, okumak ve sorgulamaktı. Birkaç hafta sonra tekrar vejetaryen beslenmeye başlamıştım. Ancak, vejetaryen olmamın hayvanlara hiçbir faydasının olmadığını öğrenince, yavaş yavaş hayvansal ürünleri tabağımdan çıkarmaya başladım.
Peki neden vegan oldum? Çünkü vejetaryen beslenerek, hiçbir hayvanı kurtarıyor olmuyordum. Benim için sağlık ve çevre konuları daha sonra geliyor diyebilirim. Öncelik hayvanlar. Onların yaşam hakları. Zaten veganizmin odak noktası budur; hayvanlardır.
Vejetaryen olarak, hayvanların etinden faydalanmıyor olabilirdim ama bu onları ne yaşatıyordu, ne de sömürülmekten kurtarıyordu. Süt ve süt ürünleri almak için para ödediğim her an, yumurta aldığım her an, hayvanların dişiliğini sömüren bu sisteme destek oluyordum.
Bir yavrunun içmesi gereken sütü, ben içiyordum. Bu hakka nereden sahip oluyordum? En üstün canlı olduğum düşüncesinden mi? Hayvanlar üzerinde hak iddia etmemden dolayı mı? Aç gözlülük mü? Bu düzen böyle işlediği için mi? Hangi gerekçem beni haklı gösterebilir?
Bir hayvanın beden çıktılarıyla omlet yapıyoruz. Üstelik erkek civcivleri diri diri kıyma makinelerine atıp, çöp poşetlerinde boğarak öldüren bu sektöre para ödeyip, üstüne "Hayvanları seviyorum, yaşamalarını istiyorum" demek ne kadar tutarlı bir davranış olabilir ki?
Bu yazıma denk gelen vejetaryenler, belki bu düşüncelerimi saldırganca bulabilirler. Ancak söylemeliyim ki, niyet ne kadar iyi olursa olsun, bu iyi niyetin hayvanlara faydası ne yazık ki yok. Dişi hayvanlar iki kat daha fazla sömürülüyorken, tabağımızdan eksik etmediğimiz bir peynirin, bardağımızdan eksik etmediğimiz bir sütün onlar için ne demek olduğunu anlamamız gerek. Dişiliklerinden faydalanılan, yıllarca sömürülen ve artık dayanacak gücü kalmayan bu hayvanların da sonu ölüm oluyor.
(Bu konuya dair kitap önerisi: Peynir Tuzağı – Dr. NEAL D. BARNARD)
Fark ettiğim bu tutarsız davranışlarımdan sonra vegan oldum. Hiçbir hayvanı sömürmüyor, zulme uğramalarına neden olmuyorum. 1 yıldır veganım ve bunun bana verdiği iç huzur ve mutluluk o kadar güzel ki. Tek pişmanlığım vegan olmak için uzun bir süre beklemiş olmam olabilir..
Vegan olmanın en zor kısmı ise, hiç araştırmadan, önyargılarıyla saldıran insanlarla uğraşmak ne yazık ki. Bu insanlar bazen karşınıza doktor kimliğiyle çıkıyor, bazen tanınmış biri olarak, bazen ailenizden biri, bazen akrabalarınızdan, bazen de arkadaşlarınızdan biri olarak… Hepsi size parmağını sallayarak, üzerine hiç düşünmedikleri, araştırmadıkları, sorgulamadıkları konular hakkında "cık cık"lamaya başlıyorlar. Bilimin ortaya koyduğu yeni araştırmalardan uzak, sadece ordan burdan duyduklarıyla hareket eden çok kişi var. Aslında tüm bu aşırı karşıtlığın sebebi, alıştıkları düzenin bozulmasını istememelerinden. Tıpkı bir zamanlar benim de istemediğim gibi. Bu uyanış çok sancılı oluyor, ama inanın birdaha gözlerinizi kapatmak istemiyorsunuz. Tüm bu zulümlerin karşısında olmak, yaşamı savunmak, üç beş kişinin sizi yolunuzdan döndürmesine yeterli olmuyor. Buraya, Gary Smith'in çok sevdiğim bir sözünü eklemek istiyorum:
"150 yıl önce köleliğin biteceğini savunsaydın saçmaladığını söylerlerdi. 100 yıl önce kadınların oy verme hakkının olduğunu söylediğinde sana gülerlerdi. 50 yıl önce afrika kökenli amerikalıların kanunlar önünde eşit haklara sahip olması fikrine itiraz ederlerdi. 25 yıl önce eşcinsel haklarını savunduğunda sana sapık derlerdi. bugün de hayvan köleliğinin sona ereceğini iddia ettiğimizde bize gülüyorlar ama bir gün gülemeyecekler."
Size gülüp geçen, alay eden, hakaret eden, saçmaladığınızı söyleyen her kim olursa, lütfen siz de bu sözü hatırlayın. Azınlıkların hak arayışı kolay olmuyor. Çoğunluk karşısında sesimizi duyurmamız zor. Anlamak istemeyene bir şeyler anlatmaya çalışmak zor. Değişim için mücadele etmek zor. Ama bize ihtiyaç duyan hayvanların sesi olmak zorundayız. Hayvanlar için hak ve adalet talep etmek zorundayız.
İnsanların büyük bir kısmı ayrıcalıklı konumundan türlü şekilde size ve verdiğiniz bu özgürlük mücadelesine taş atabiliyor. Onlara öğretilmiş ve dayatılmış şeyleri kendi düşünceleri ve fikirleri olduğunu sanarak, tüm bu zulümleri onaylayıp, destekleyebiliyorlar. "Ama"ları hiç bitmedikleri gibi, bu düzenin büyüsüne de kapılıp gidebiliyorlar. Uyanmayı seçmiş her insanı o taş buluyor. Yaralıyor. Zaman zaman kendimi çok yaralanmış bulduğum oldu. Yalnız hissettiğim. Çaresiz ve umutsuz hissettiğim çok an oldu. Ama her şeye rağmen, yaşam hakkını savunmak, bize ihtiyacı olan hayvanların sesi olabilmek, bu mücadelenin bir parçası olmak hayatımda yaptığım en iyi şey!
Hayvanlar için bu dünya kocaman bir cehennem. Alınıp, satılan değersiz bir eşya olarak görülüyorlar. Diri diri tüylerini yolup, onlardan size rahat uyuyabilin(!) diye, yastık yapıyorlar. Yüzünüz, gözünüz güzelleşsin(!) diye, binbir türlü kimyasala maruz kalıp, üzerlerinde deney yapıyorlar. Soslayıp, süsleyerek tabağınıza koyuyorlar. Tüm bunlar ve daha fazlası olurken, reklamlarda size mutlu hayvanlar resmediliyor. Hayvanlar başlarına gelen bu korkunç zulümler sonucunda nasıl mutlu olabilirler? Bunu talep ettikçe daha fazla zulmü onaylamış olmuyor muyuz? Başka bir yol mümkünken, neden illa öldürmek zorundayız?
Tüm bunları sorgulamalı, üzerine kafa yormalıyız ve alışkanlıklarımızın hangi yaşamlara, ne şekilde dokunduğunu düşünmeliyiz. Hayvanlar ile aramızdaki o kayıp bağı yeniden bulmalıyız.
Daha çok bilgilenmeli, okumalı, araştırmalıyız. Önyargılarımızı ve bahanelerimizi ortadan kaldırmalı, gerçeği olduğu gibi görmeliyiz.
Kendinize şunu sorun: Hayvanların içinde bulundukları bu korkunç, iki yüzlü düzenin parçası olmaya devam etmek istiyor muyum? Hayvanların yerinde olsaydım, yaşamam için birilerinin ses çıkarmasını ister miydim?
[zombify_post]