Ana akım veganlık, vegan renk savaşlarını, renkli insanları nasıl görmezden geliyor?
Shutterstock’ta “vegan kişi” ifadesini arayın ve karşınıza çıkan 486 sayfalık listede, olgunlaşmış meyvelerin ve gevrek sebzelerin cömert yayılımları arasında bir yaşam süren, mükemmel hazırlanmış salata kâseleriyle ve kıvrak vücutlarıyla bol güneş ışığının altında mükemmel beyazlatılmış dişleriyle gülümseyen veganlar göreceksiniz. Aşağı kaydırmaya birkaç dakika daha devam edin ve fark edeceksiniz: ancak 3.sayfanın sonunda renkli bir yüz.
(…)
Günümüzde çoğu insanın düşündüğü gibi veganizm, 1944’te İngiliz marangoz Donald Watson’ın hayvansal ürünler yiyen vejetaryenleri hayvansal ürünler yemeyenlerden ayırmak için ortaya attığı bir kavram olarak ortaya çıkmadı. Pek çok kişi tarafından ana akım veganlığın babası olarak övülen Watson, veganizmin yerini bir yaşam tarzı olarak sağlamlaştırmaya yardımcı olan The Vegan Society’yi kurdu. Ancak bu ideolojiler ve gelenekler, uzun sürmese de, yüzyıllar önce renkli topluluklarda zaten vardı. Hinduizm, Jainizm ve Budizm gibi doğu dinleri, şiddetsizliğe odaklanan inanç sistemleri nedeniyle hayvansal ürünlerinden sakınmayı bir biçimde savunmaktadır.
Zulümsüz beslenme, Rastafarianizm’de geçen, sağlıksız yaşam tarzlarını reddeden kişilerin “Ital” (ingilizce: vital) kelimesinden gelen “yaşamsal” kelimesiyle özdeşleşmiş beslenme biçimini benimsedikleri bir beslenme türüdür. Bitkisel kökenli işlenmemiş yemekleri teşvik eden diyet, 1930’larda Jamaika’da yaygınlaştı ve Miami New Times’a göre, sözleşmeli Hintli kölelerin getirdiği Hindu geleneklerinden evrimleştiğine inanılıyor. 19. yüzyılın sonlarında kurulan Siyah İbranice İsrailoğulları (The Black Hebrew Israelite) topluluğu da, sonsuz yaşamın sırrı olarak gördüğü vegan diyete, bağlı kalan bir topluluktur.
(…)
Veganlığın gerçek kapsamı hakkındaki bu yanlış temsil nedeniyle, birçok renkli veganının yalnız olduklarını düşünmesi olağandışı değil. Gıda Güçlendirme Projesi (Food Empowerment Project) ‘nin kurucusu ve kendini “onurlu Meksikalı Amerikalı” olarak tanımlayan Lauren Ornelas “Etkinliklerde ‘benim gibi birinin konuştuğunu görmek ne güzel’ diyerek kaç kişinin bana geldiğini size anlatamam” diyor.
Renkli veganlar farkına varmadan, veganizmleri hakkında konuşmak için kendi dillerini geliştirdiler. “Hali hazırda ötekileştirilmiş bir grup içinde marjinal bir grup olduğunuzda, bunun oluşturulmasına sadece mantıklı denilebilir” diyor Badillo. “Bu bir hayatta kalma içgüdüsüdür.” Kitaplar gururla “ruh”, “afro”, “sistah” gibi terimleri ve özellikle Afro-Amerikan dillerinde popüler olan diğer birçok ifadeyi sergilemekte. “Bu dile sahip olmak çok önemli,” diye ekliyor Claiborne. “Kelimelerin farklı insan grupları için farklı anlamları var. Neredeyse bir kod gibi. Bu kitap, renkli veganlar için demek için bir işaret.”
(…)
Çoğu şey gibi, vegan dünyasındaki bölünme de paradan nasibini alıyor. Markalar, renkli veganların satın alma gücünden yararlanamıyor, genellikle atıştırmalıkları ve güzellik ürünleri için beyaz olmayan yüzlerin eksikliğiyle reklam yapıyorlar.
Claiborne, “Bu durumu her an görüyorum, bu büyük vegan markalar, sanki sadece beyaz insanlara pazarlama yapıyormuş gibi görünüyor” diyor. (…) Claiborne, bu markaların Whole Foods ve Sprouts gibi büyük mağazalarda satış yapıp renkli veganların da orada alışveriş yaptığını fark etmemesini son derece sinir bozucu buluyor. “Sayıları bilmiyorum, ama eminim tüketicilerinin büyük bir kısmı, para harcayan insanlar, beyaz insanlar değil” diyor.
(…)
Birçok renkli insan da artık onlara sunulan gıda kaynaklarına bağımlı – ucuz et ve süt ürünleri. Bu ürünler, özellikle renkli insanların çoğu laktoza duyarlı olmasına rağmen, Avrupa sömürgeciliği yoluyla bu topluluklara sık sık tanıtıldı. Ornelas, “Bu hayvanları topraklarımıza getiren şey kolonileşmedir” diyor. “Sütlerini sindiremiyoruz. Bu yüzden buna ‘laktoza duyarlı’ yerine ‘laktoz normal’ demeyi seviyoruz çünkü duyarlı kelimesi, bizimle ilgili bir sorun yokken varmış gibi gösteriyor.”
Ornelas, “Meksikalı olanlar da dâhil olmak üzere birçok insan, yemeğimizin aslında peynir ve hayvansal ürünlerle gerçekten bağlantılı olmadığını bilmiyor” diyor. “Meksika yemekleri”, domuz eti tako ve dilimlenmiş peynirle yapılmış enchilada görüntülerini bir araya getirse de, aslında Meksika mutfağı etin az miktarda kullanıldığı, hayvansal süt ve süt ürünlerinin bulunmadığı bir mutfak olup öğünler esas olarak fasulye, yabani yeşillik, tohumlar ve kabaktan oluşuyor.
Bu vegan dostu Meksika mutfağı, Meksika yemeklerinin gerçekten ne olduğunu kanıtlamanın bir yolu olarak VeganMexicanFood.com sitesini başlatması için Ornelos’a ilham verdi. Bu, 1500’lerde et ve süt ürünlerini tanıtan ve Meksika mutfağını sonsuza dek değiştiren İspanyol sömürgecilerinin Meksika’ya yerleşmesinden yüzyıllar sonra Meksika mutfağını düzeltmenin ve sömürüden kurtarmanın bir yolu.
Claiborne, bu Afrikalı-Amerikalı toplum için de geçerlidir, diyor. ABD’ye getirilmeden önce, kölelerin yemek kültürü büyük ölçüde hayvansal ürünlere bağımlı değildi. Güney Amerika’da yedikleri yiyecekler de aynı şekilde, çoğunlukla bitki temelliydi. Ancak Büyük Göç (Great Migration) sırasında, birçok siyah, Güney’den Kuzey ve Batı’ya taşındığı esnada, kendi yiyeceklerini yetiştirdikleri aile çiftliklerinden uzaklaştı, diyor Claiborne. “Dış mekân alanı olmayan bu büyük şehirlere taşındılar, bu da bitki temelli kültürün çoğunu aldı götürdü.
Birdenbire sebze almak çok pahalı hale geldi, çünkü onları kendileri yetiştiremediler” diye ekliyor. Birçok yönden, yoksulluk onları farklı gıda kaynakları bulmaya zorladı. Bu siyah topluluklar taze meyve ve sebzelere erişimleri sınırlandıktan kısa süre sonra fast food zincirlerinden ve marketlerden gelen yüksek işlenmiş gıdalara büyük ölçüde bağımlı hale geldi.
(…)
Gıda sistemimizdeki kurumsallaştırılmış sorunlara karşı savaş yokuş yukarı olsa da, Clairborne bir gün ana akım veganizm ile renkli veganlar arasında bir ayrım olmayacağından umutlu. “Sadece o eski sağlıklı Amerikan beyaz insanlar dâhil olmayacak şekilde ağını genişletmek için çalışan kuruluşlar görüyorum.” diyor. O zamana kadar, renkli veganlar, ana akım veganizmin daha kapsayıcı olmasını beklemeyi reddediyor.
Kimlikleri ve toplulukları, toplumun diğer kesimleri tarafından tehdit edildiğinden, diyet seçimi, renkli veganların kimliklerini ifade etmeleri, geri almaları ve korumaları için önemli bir yol haline gelmiş durumda. Toliver, “Diğer siyah veganların devrimci bir eylem olarak bu şekilde yaşamaktan bahsettiklerini duydum ve tamamen katılıyorum” diyerek şöyle devam ediyor: “Hem ailelerimiz hem de yüzyıllarca süren baskılar tarafından öğretilen bu yıkıcı alışkanlıklardan vazgeçmek cesaret ister. Kişinin sağlığını ve bilincini geri kazanması bu duruma güç veriyor.”
Alıntı: https://www.thrillist.com/eat/nation/vegan-race-wars-white-veganism
[zombify_post]